31 Aralık 2009 Perşembe

mutlu yıllar....


acısıyla tatlısıyla yine geçti koskoca bir yıl daha,
herkes kendi elinde kalanla yetinecek....
geriye dönüp baktığımda burukluk var içimde...
söyleyemediklerim var derinlerde,
acıtan,sızlatan birşeyler var beynimin bir yerinde
ama herşeye rağmen
yeni yıl,yeni başlangıçlar demektir...
YENİ BAŞLANGIÇLAR YAPMANIZ DİLEĞİYLE........

29 Aralık 2009 Salı

yeni trend...




öncelikle herkeslere merhabalar efendim.....

bu aralar kaptırdım kendimi gidiyorum...hamilelikti falan unuttum nerdeyse:)

keyifli hobiler e bi takıldım, orda kaldım...orada herşey hakikaten keyifli sitenin kahramanı arkadaşta çok cana yakın mutlaka gezin derim....




aradığınız herşey var gezerken hiç sıkılmıyorsunuz bende bu gördüğünüz çerçevemi http://www.keyiflihobiler.com/2009/09/ayna-yenileme.html buradan esinlenerek yaptım tabi güller ve yapraklarda yine keyifli hobilerden faydaalanılarak yapıldı...



üzerinde çalıştığım bi kaç farklı şey daha var sırası gelince onlarıda paylaşıcam...umarım beğenirsiniz...ayrıca yaptıklarımı kendi blogumda satmak istiyorum ama nasıl yapıcam bu konuda da henüz bir fikir sahibi değilim fikri olanlar bekliyorum hepinizi...sevgiler

14 Aralık 2009 Pazartesi

boncuklu abajur

öncelikle herkese merhaba

uzun zamandır yaptıklarımı ekleyemiyorum malum ortam değişikliği bazı aksaklıklara neden olabiliyor... resimde gördüğünüz son zamanlarda yaptığım eserlerden biridir...:)



boncuklu abajurum her ne kadar ben ona abajur desemde ve o her ne kadar abajur gibi görünsede aslında bir mumluktur



gördüğünüz gibi değişk bi şey oldu ben şahsen beğendim umarım sizde beğenirsiniz....





bol resim koymaya çalıştım ki yakından ve farklı açıdan görünebilsin




yapım gayet basit ve şık...





umarım beğenirsiniz ....

6 Aralık 2009 Pazar

başlıksız...




sonbahar yerini iyiden iyiye kışa bıraktı,yani en azından bizim burda öyle...bugün hava öylesine kapalıki insanın ruhunu bunaltıyor ama yinede ben seviyorum böyle havaları,birazda olsa insan etrafındaki meşgalelerini bırakıp kendine dönüyor,kendi içinde yol alıyor bence birazda buna ihtiyacımız var

suskunluğu özlemişim kendi içimde...durgunluğu sakinliği...

bende çokmu karamsar oldum ne:) havanın kapalı olması yaramamış demekki:)

uzun süre blogumdan ayrı kaldım,hiç bişey yazmadım,yazamadım nedenine gelince bu uzun süreçte çok şeyler yaptım zaten işe başlayınca vakit bulamadım önceleri bloglarıma, sonra evlendim...şimdi ise bi bebek bekliyoruz herşey öyle hızlı gelişmiişki geriye dönüp baktığım zaman kendim bile inanamıyorum yazacak ve söyleyecek o kadar çok şey varki beynimde paylaşmak istediğim anlatamam...

heyacan korku sevinç hepsini aynı anda yaşar oldum bu günlerde,daha neler olur bimiyorum ama mutluyum bildiğim tek şey bu...

hayırlısı...

1 Aralık 2009 Salı

önerilerinizi bekliyorum...



başlık biraz tuhaf gelebilir sevgili blog doslarım...
evet yanlış okumadınız blogum için yeni bir isim arıyorum ve sizlerden de yardımlarınızı,farklıfikirlerinizi bekliyorum.

boş yere dememişler bir elin nesi var iki elin sesi var...
günlerdir düşünüyorum önce yeni bi isim bulayım sonra başlayım dedim ama baktım olmıcak en iyisi blog severlerle paylaşıp ortaklaşa bulmak dedim...

bana ne senin blogundan diyenler olacaktır mutlaka ama olsun ben yinede blog arkadaşlarımın yardımıyla bi isim bulmak isitorum ve fikri olan herkesin önerilerini bekliyorum...

ŞİMDİDEN HERKESE TEŞEKKÜRLER...

30 Kasım 2009 Pazartesi

uzun bir aradan sonra......



uzun zaman oldu blogumda birşeyler paylaşmayalı...
artık o uzun boşluğu en güzel şekilde telafi edeceğime inanıyorum.

öncelikle herkesin bayramını en içten dileklerimle kutluyorum ve daha nice mutlu bayramlar diliyorum...

blogumda bazı yenilikler yapmayı planlıyorum öncelikle ismini değiştiricem bu konuda yardımcı olmak isteyenlerin fikirlerini bekliyorum:)

tekrara görüşmek dileğiyle mutlu kalın blog dostlarım...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

alyansı neden dördüncü parmağımıza takarız....???



alyansı neden dördüncü parmağımıza takarız hiç merak edeniniz oldumu?

bunun çok güzel ve inandırıcı bir açıklaması var...

Başparmak, anne-babanızı,
İşaret parmağı, kardeşlerinizi,
Orta parmak, sizi,
Dördüncü parmak (yani yüzük parmağı), hayat arkadaşınızı,
Ve serçe parmak, çocuklarınızı temsil eder.
İlk önce avuçlarınızı birbirine bakacak şekilde açın.
Orta parmakları bükün ve sırt sırta birleştirin.
Daha sonra kalan dört parmağınızı da şekildeki gibi açıp, uç uca getirin.






Şimdi, anne babanızı temsil eden başparmaklarınızı ayırmaya çalışın… Açılacaktır, çünkü anne babanız sizinle birlikte ömür boyu yaşamayacaktır. Er ya da geç onlardan ayrılmak zorundasınız.



Baş parmaklarınızı önceki gibi birleştirip, kardeşlerinizi temsil eden işaret parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılacaktır, çünkü kardeşleriniz kendi ailelerini kurup, ayrı bir hayat seçer.


İşaret parmaklarınızı birleştirip, çocuklarınızı temsil eden serçe parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılıcak, çünkü çocuklar da evlenir ve bir gün kendi hayatlarını kurar.


Son olarak serçe parmaklarınızı birleştirip, eşlerinizi temsil eden yüzük parmaklarınızı ayırmaya çalışın. Ayıramadığınızı görünce şaşıracaksınız. Çünkü karı-kocalar hayat boyu bir arada yaşarlar…

İyi günde ve kötü günde…

4 Haziran 2009 Perşembe

anneye mektup...

merhaba sevgili blog dostlarım,

bugün sizlerle okuldayken okuduğum kitaptaki,bir mektubu paylaşmak istedim...

ilk okuduğumda satırların arasında kaybolup ağlamıştım... bana çok duygusal gelmişti

sabırla okuduğunuzda beğeneceğinize ve gözlerinizin dolacağına inanıyorum

mutlaka okuyun...

bakalım beğenecek misiniz?

tüm annelere....




canım anneciğim;
seni çok özledim.aylardır karnından çıkmayı bekliyorum.öyle yalnız hissettiğim anlar oldu ki,seni tekmeledim,benimle konuşmanı istedim,en azından sıcacık elini karnında gezdir de beni sevdiğini hissedeyim istedim,şöyle bir geriye uzanıp kitap okurken bir yandanda meyve yediğinde ara sıra okşamıyor musun karnını,bayılıyorum.çırpınıyorum içinde biraz daha sev diye.dışarı çıkıpellerinin arasında olmayı ne de çok istiyorum o anlarda.bazen sen babamla sarmaş dolaş uyurken onun elleri de sarıyor beni,hoşuma gidiyor ama seninkiler kadar değil.senin ellerin bambaşka anneciğim.seni en derin uykundan uyandırıp bir bardak süt içmeni sağlamak için tekmelememe sebep olacak kadar tatlı,yumuşacık ellerini özledim.

ya sen? benim yumuk yumuk minicik ellerimi özlemedinmi?
bir türlü açmadığım yumruğumu yavaşça açarak parmaklarımı tek tek öpmeyi istemez misin?sütle dolu memeni bir yandan emerken,diğer yandan küçücük elimle bastırsam...''bu meme,bu sütler benim,başka kedilere asla vermem,''der gibisıkıca tutsam,istemez misin?

anneciğim, seni çok özledim.buradan duyuyorum,herkes senin gözlerinin ne kadar güzel olduğunu söylüyor.kıskanıyorum. burası öyle karanlık ki,ışığın ne demek olduğunu bir an önce öğrenmek istiyorum.ama dünyaya ilk baktığımda ışıktan önce senin gözlerini görmek isterim.söylediklerini ilk başlarda anlamayacağımı düşünüyorsun.ama ben gözlerinin beni hep,her zaman ve her şeyden koruyacağını söylemesini isterim.inan,anlarım.beni en çok sevenin sen olacağını,her an yanımda ve destek olacağını,her an yanımda ve destek olacağını hissettiren en güzel şey olan gözlerini özledim.

ya sen?sana ilk baktığımda içini eriteceğini ikimizinde bildiği gözlerimi bir an önce görmek için sabırsızlanmıyor musun?uyuyup uyandığımda önce seni arayacak olan,seni görmediğinde yaşarıp çeşme gibi akacak olan gözlerimi merak etmiyor musun?her geçen gün gürleşecek olan kirpiklerimin altından sana doğru''Bni dünyana getirdiğin için,beslediğin ve hep yanımda olduğun kimselere bırakmadığın için teşekkür ederim,'' diyen gözlerle sana baksam,istemez misin?

seni çok özledim,anneciğim bazen bana şarkılar söylüyorsun,sesin öyle tatlı geliyorki buraya.yalnız olduğumu bile unutturuyorsun bazen.o güzel sesinin bana,sadece bana söyleceği ninnileri duymayı iple çekiyorum.bazı şarkıları bana özel hale getirerek söyleyeceğin,duymaktan hoşlandığımı anladığında tekrar tekrar söylemekten zevk alacağın günler bir an önce gelse...karnım ağrıdığında,içim bulandığında,aşı olduğumda canım yanarken bana tüm bunların geçeceğini söyleyen,inandıran ve rahatlatan sesini özledim.

ya sen? ilk kahkahamı duymak için oramı buramı gıdıkladığında çıkaracağım sesleri,aguları,çığlıkları özlemedinmi?biliyorum,altım kirli olduğunda,acıktığumda,gazım canımı çok yaktığında karnım ağrırken çıkardığım sesler seni çok üzecek,hatta ilk günler belki uyumana bile izin vermeyeceğim.ama sen tüm bunların sana ilk kez anne diyeceğim güne kadar çoktan unutulacak şeyler olduğunu biliyorsun.peki o gün geldiğinde söyleyeceğim ilk ''anne''yi özlemedinmi?

anneciğim,benimle ilgili hayaller kuruyor musun?beni en güzel yataklarda yatırmak,en cici giysileri giydirmek,en şeker oyuncakları almak gibi hayallerden bahsetmiyorum.mesela,karnındaki resmimi çeken doktor gibi bir doktor ya da avukat,subay filan olmamı isteyip hayallere dalıyormusun?üniformalı,cüppeli yada önlüklü bi resmimi,ultrason resmimin olduğu çerçevenin yanında bir başka çerçeveye bakarak''işte bu benim oğlum'' deyip gururlanmayı filan hayal ediyormusun?evlendiğimi,çoçuklarımın olduğunu...

hayallerini gerçekleştirmek için söz veriyorum anne.

peki,ya seni hayal kırıklığına uğratacak bir şey yaparsam?
ayakkabılarımı bağlamayı bir türlü beceremezsem örneğin ya da matematiğe aklım yatmazsa hiç...oyun oynarken akşam olduğunu anlayamaz,hep geç kalırsam eve...kola içmeden köftelerimi bitirmezsem inat edip,ya senin hiç hoşlanmadığın o kızla evcilik oynamayı istersem hep...evleniverirsem bir gün pat diye hiç habersiz,ya da yurt dışında okumak için ısrar eder,senden uzaklaşmaya kalkarsam...çok üzülürsün değil mi?

seni hayal kırıklığına uğratıp üzmemek için çok uğraşacağıma söz veriyorum,anne.

beni ne olursa olsun sevcek misin anne?
her tülü kötü şeyden koruyabilecek misin?
yanında olmadığım zamanlarda nasıl davranmam gerektiğini öğretebilecek misin?

beni koruyamadığın kadar büyük tehlikelerin neler olduğunu öğretip kendi kendimi koruyabilmem için hazırlayacak mısın?

senden daha çok sevebilecek kimseyi bulamayacağım halde,beni sevecek ve anlayacak birini nasıl aramam gerektiğini anlatacak mısın?

bana yapacaklarım,yapamayacaklarım ve yapmak istediklerim konusunda sonsuz destek verecek misin?

kimsenin inanıp arkamda olmayacağı fikirlerim olsa bile,sen bana inanıp istediğim her şeyi yapabileceğime beni inandırabilecek misin?

saklanmak istediğimde,kimseyi görmek istemediğimde,uzaklaşıp kendimi dinlemek istediğimde yanına sığınmak istediğim tek liman olabilecek misin?

anne,beni ne olursa olsun sevebilecek misin?

ben mi?

ben seni hep seveceğime söz veriyorum,anne!



cem özer...

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Gerçek Dost - Lale Bahçesi



herkese merhaba....


hayatta başımıza ne gelirse gelsin sadece iyiliklerin ve dostlukların yanımıza kar kalacağına inanıyorum,umarım okurken herkes payına düşeni alır ve bir parçada olsa amacımız gerçekleşir sevgiyle kalın...



Genç adam artık büyüdüm der gibiydi, çıkışır gibi konuştu:

- Benim de dostlarım var baba!

Baba biliyordu dostun dosttan farkını, alttan aldı:

- Oğul, gerçek dostu bulmak zordur.

Delikanlı ısrarlıydı, onun da bildiği şeyler vardı. Hatta bazı şeyleri babasından iyi bilirdi:

- Benim dostlarım benim için canlarını bile verirler!

Ne kolay söylenmiş bir sözdü bu! Oysa adam ne bedeller ödemişti bunu anlamak için.

- Demek bu kadar güveniyorsun dostlarına...

Oğlunun konuşma tarzı adamın içini burkmuştu biraz, ama renk vermek istemedi. Bir taraftan da onun bu kendinden emin hali hoşuna gitti. Kendisi bu yaşında bile kolay kolay yapamazdı bunu. Bir yandan da oğlunun toyluğunu görüyordu. Elbet herkes gibi o da yaşayıp öğrenecekti. Fakat baba sorumluluğu da vardı, bir şeyler yapmalıydı.

- Ne dersin, diye sordu, dostların seni ne kadar seviyor öğrenelim mi?

Delikanlı altta kalmak istemedi. Dostlarına güveni tamdı ama doğrusu biraz da meraklanmıştı.

- Tamam, dedi, ama nasıl olacak bu iş? Şefkatle oğlunun gözlerine baktı adam:

- Sen büyükçe bir çuval bul, gerisini bana bırak.

Adam gidip ağıldan bir koyun çıkardı, bahçeye getirip kesti. Oğlunun meraklı bakışlarının arasında koyunu çuvala soktu. Çuvalı delikanlıya uzatırken:

- Şimdi en güvendiğin dostuna git, ben bir adam öldürdüm de. Bakalım ne yapacak, dedi.

Delikanlı sırtına yüklendi kanlı çuvalı. Akşamın karanlığında arka sokaklardan geçerek yürüdü. Bu iş kolay olacaktı. Gidebileceği o kadar çok dostu vardı ki... Rast gele birini seçti. Yürümeye devam etti. Çuvaldan süzülen kan ellerine, boynuna bulaşmıştı. Nihayet dostunun evine vardı. Bir eliyle çuvalı sıkı sıkı tutarken, diğeriyle kapıyı çaldı. Dostu karşısındaydı. Şaşkınlıkla arkadaşının ellerine, yüzüne bakıyor, anlamaya çalışıyordu. Çuvalı fark edince saklanamayacak bir endişeyle sordu:

- Hayırdır, bu da ne? Delikanlı;

- Birini öldürdüm, diyecekti ki, daha sözünü ta-mamlayamadan kapı yüzüne kapanıverdi.

Şaşırdı delikanlı. Elinde kanlı çuval, kapının önünde kalakaldı. Tekrar kapıyı çalacak oldu, vazgeçti. Gidebileceği daha bir sürü gerçek dostu vardı nasılsa. Uzaklaşırken döndü, bir kez daha baktı dostunun evine. Perdenin kenarından biri kendisini izliyordu. Aniden perde çekildi, odanın ışığı söndü sonra.

Verilen sözler geldi aklına, dostluk yeminleri, yaşanan onca şey geldi. Babası haklı mıydı yoksa? Bir başka dostunun evinin önünde durdu, ümitliydi bu kez. Fakat yine aynısı oldu. Sonra bir başkası, bir diğeri...

Gece yarısına kadar omuzunda kanlı çuvalla dolaştı durdu delikanlı. Ayakta duracak hali kalmamıştı artık. Kırgın ve öfkeliydi. Çaresiz evin yolunu tuttu. Babasının yüzüne bakmaya utanıyordu. Çuvalı bir kenara bırakırken babasına döndü.

- Sen haklıymışsın, dedi, dünyada gerçek dost yokmuş!

- Belki, dedi adam gülerek, belki de vardır. Şimdi de benim bir dostuma gideceksin. Ben falancanın oğluyum, bir adam öldürdüm diyeceksin. Bakalım ne olacak?

Delikanlı mahcubiyetinden kaçacak yer arıyordu zaten. Seve seve kabul etti. Hem, belki babasının dostuna gittiğinde de aynı şeyler olacaktı. Sanki öyle olmasını istiyordu. Gecenin karanlığına daldı, yeniden sokakları arşınlamaya başladı.

Babasının yerini tarif ettiği evin kapısına gelince önce çuvalı bir kenara bırakıp biraz soluklandı delikanlı. Dört yanı bahçeyle çevrili büyük bir evdi burası. Kapıyı çaldı, çuvalı omuzuna alıp beklemeye başladı. Kırk beş-elli yaşlarında, irice gözlü, hafif şişman, saçları yer yer ağarmış bir adam açtı kapıyı. Delikanlının halinden kötü bir şeyler olduğunu sezinleyerek;

- Hayırdır evlat, dedi, sen kimsin?

Bizimki kendini tanıtıp olan-biteni anlatmaya başlayınca, adam ellerini dudaklarına götürüp:

- Sus, dedi, aman bir duyan olmasın! Gel içeri gir önce.

Hemen bir kazma kürek getirdi. Evin arka tarafındaki lale bahçesine aceleyle bir çukur kazdılar. Gecenin karanlığında çuvalı çukura koyup, üstünü toprakla kapattılar. Taze toprağın üstüne de biraz öteden söktüğü lale fidanlarını dikti adam. Delikanlı elini-yüzünü yıkarken ona yatacak yer hazırladı.

- Bu gece kal evlat, diyordu, ne olur ne olmaz, sabah olsun gidersin...

Delikanlı adama hayranlıkla bakıyor, kendi dostlarını düşünüp, işte, diyordu, işte gerçek dost!

Bütün ısrarlara rağmen gitmek için müsaade almayı başardı. Bir an önce eve dönüp, babasına, sen haklıymışsın, demek istiyordu.

Yorgundu delikanlı. Omuzunda çuval yoktu artık, ama o yorgundu. Bu bir tek gecede bütün dostlarını tanıyıvermişti. Yürüyordu. Bir günde birkaç yıl büyümüştü sanki. Uzaktan evlerinin ışığını gördü. Biraz daha yaklaşınca pencerenin önündeki karaltının babası olduğunu fark etti. Koşarak ellerine sarıldı babasının.

- Haklıymışsın, dedi, gerçek dost başka bir şey, sen haklıymışsın...

Olan-biteni gülerek dinledi adam.

- Dur bakalım, dedi, bu kadar acele etme, hele bir yarın olsun...

Ertesi gün öğlen vakti baba dostunun evine doğru yürürken utanıyordu delikanlı. Bunu nasıl yapacaktı? Babasının neden böyle bir şey istediğine anlam veremiyordu. Gidip o adama herkesin içinde bir tokat atacaktı! Ses çıkarmazsa biraz daha hırpalayacaktı. İyi ama babası neden böyle bir şey yapmasını istemiş olabilirdi? Böyle yaparak neyi anlayacaklardı?

Evin olduğu sokağa geldiğinde işinin biraz daha zor olacağını fark etti. Yüzü kızardı birden. Caminin köşesini dönerken, avluda birilerinin oturduğunu görmüştü. Babasının dostu az sonra olacaklardan habersiz, birkaç ihtiyarla sohbet ederek ezanı bekliyordu.

Cami avlusunda oturanlara doğru yürüdü. Yüzünün, kulaklarının yandığını hissediyordu. Yaklaşıp, oradakilerin şaşkın bakışları arasında adamcağıza bir tokat vurdu. Ama adam bırakın karşılık vermeyi, ses bile çıkarmadı. Bir kez daha kendinden utandı delikanlı ama henüz işi bitmemişti. Tartaklamaya başladı adamı, bir tokat daha vurdu. Adam bir şeyler anlamıştı sanki. Delikanlıyı kollarından tutup kendine doğru çekerek kulağına fısıldadı:

- Evlat, var git babana selam söyle. Biz öyle birkaç tokada lale bahçesini bozmayız...



Serdar Tuncer
Satır Arası Hikayeler

14 Mayıs 2009 Perşembe

güneşe yazı yazılmaz....




Çayından bir yudum aldı karşı masadaki delikanlıya bakarak gülümsedi.

-Evlat, dedi, dert etme bu kadar, her şey olacağına varır.

Genç adam gazetesinin arkasından kafasını kaldırıp ihtiyara baktı.

-Doğru baba, dedi, her şey olacağına varıyor.

Gazetesini okumaya devam edecekti ki, ihtiyarın sesini duydu tekrar:

-Güneşe yazı yazılmaz be yiğidim, bırak şu gazeteyi de gel hele.

Kalkıp ihtiyarın yanına doğru yürürken çay ocağına seslendi:

-Uğur abi, çaylar iki oldu! ...

Çaylar geldi, ihtiyar adam iki şeker atıp karıştırmaya başladı.

Bir yandan da ağır ağır anlatıyordu.

Çok eski zamanlarda çok uzaklarda bir ülke vardı.

Dağların arkasında yemyeşil bir ovaya kurulmuş, insanların yüzünden gülücükler eksik olmayan, pırıl pırıl bir ülkeydi burası. Bu ülkenin insanları şimdi her zamankinden daha mutluydular. Çünkü yıllar sonra padişahlarının nihayet bir çocuğu olmuştu. Nur topu gibi, güzeller güzeli, elleri yumuk yumuk, yanakları al al bir kız bebek. Kurbanlar kesildi, günlerce ziyafetler verildi, eğlenceler yapıldı.


Günler günleri kovaladı, yıllar yılları. Güzelliği dillere destan bir prenses olmuştu o minik kız. Civar ülkelerden her gün bir haberci geliyor, ya prenslerinin ya krallarının hediyelerini sunuyorlar, evlenme tekliflerini iletiyorlardı.
Prenses mutluydu, babası üstüne titriyor, aman kızım, diyordu, acele etme karar vermekte. Bakalım zaman ne gösterir…


Padişah bir gün adedi olduğu üzere tebdil-i kıyafet ülkesini gezmeye çıktı. Akşama kadar halkının arasında dolaştı. Ne aç bir insana rastladı ne bir dertliye ne de bir kimsesize. Sevinç içinde sarayın yolunu tuttu.


Dönüşte ırmağın kenarında oturan bir ihtiyar uzaktan dikkatini çekti. İhtiyar, yerden aldığı taşları bir birine bağlıyor, bir şeyler söyleyip ırmağa atıyordu. Padişah yaklaştı, selam verdi ve sordu:

-Hayırdır ihtiyar, ne yapıyorsun böyle?

-Kısmetleri birbirine bağlıyorum, dedi ihtiyar adam.

Padişah güldü:

-Öyle mi, şu attığın kimin kısmetiymiş bakalım?

-O mu? O padişahın kızıyla, uşağı Ahmet’in kısmeti…

Saraya döndüğünde bir sıkıntı bastı Padişah’ı. Böyle bir şey olabilir miydi?

Kısmetleri birbirine bağlamak… Şu zenci uşak ve güzeller güzeli Prenses… Gözünün bebeği yani, canı, ciğerparesi, sevgili kızı… Olmaz öyle şey, dedi. Ama şüphe kurdu düşmüştü bir kez içine. Sabaha kadar uyuyamadı. Sağa döndü, sola döndü, uyku girmedi gözüne. Arada bir dalıyor, sıçrayarak uyanıyordu. Kısmetler böyle bağlanmazdı, biliyordu bunu, ama ya doğruysa?


Sabah olduğunda kararını vermişti. Uşağını geri dönemeyeceği bir yere yollayacak, ondan kurtulacaktı. Bunu yapmak zorunda kaldığı için kendinden utanıyordu ama işi sağlama almak lazımdı. O ihtiyarı bulup kellesini vurdurmayı bile düşündü bir ara. Ama en ehveni Ahmet’i yollamak, ondan ve bu kısmet meselesinden kurtulmaktı.
Alelacele bir mektup yazdı, uşağını çağırttı. Karşısında durup kendisine şaşkın şaşkın bakan zavallı zenci uşağın gözlerine bakmaya çekiniyordu. Yüzünü pencereye döndü, elindeki mektubu gösterdi uşağa.

-Ahmet, dedi, şimdi bu mektubu alacaksın ve hiç durmadan yürüyeceksin. Bunu güneşe götürmeni istiyorum senden. Bu hepimiz için önemli. Sakın bu mektubu vermeden geleyim deme!

Neye uğradığını şaşıran uşak, çaresiz emre itaat etti. Yol hazırlığını yaptı, mektubu sıkı sıkı sarıp sarmaladı, koynuna sakladı ve yola düştü. Hiç durmadan yürüyecekti, mektubu güneşe verecekti. Tastamam böyle demişti padişah. İyi de güneşi nasıl bulacaktı, bulsa da mektubu nasıl verecekti? Sıkıntı bastı Ahmet’i. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı, güneşin olduğu yöne doğru yürümeye karar verdi.


Yürüdü uşak. Aylarca yürüdü. Azığı bitti, elbiseleri parçalandı, ayakları kan-revan içinde kaldı,o yürümeye devam etti. Koynundaki mektubu arada bir çıkarıp bakıyor, sağlam olduğunu görünce gülümseyerek yürümeye devam ediyordu.

Bu arada, her şey yine eskisi gibiydi ülkede. Padişah mutluydu Güzel kızının üstüne daha çok titriyor, onu daha bir seviyordu. Halk huzur içindeydi, her yer pırıl pırıldı yine. Baharın gelişiyle beraber bütün ülke çiçeklerle donanmıştı. Prenses, evlenmesi için babasının niçin bu kadar acele ettiğine anlam veremese de, yağmurlar, çiçekler, cıvıl cıvıl kuşlar, bahar güzeldi işte…

Padişah, Ahmet’in dönemeyeceğinden emindi. Çoktan ölmüş olmalıydı. Sadık bir uşaktı, verilen görevi yapmak için elinden geleni yapacaktı kuşkusuz. Ama güneşi bulmak, mektubu ona vermek, olacak şey miydi hiç? Zekâsına bir kez daha hayran oldu padişah.
Gün geçtikçe ümidi tükeniyordu uşağın. Üç mevsim geçmişti. Yola çıktığından beri. Bu güneşe varmak belli ki mümkün olmayacaktı. Koynunu yokladı, mektup sağlamdı. Kendisi kan-revan içindeydi, tanınmayacak hale gelmişti ama olsun, mektup sağlamdı yine de. Son bir gayretle yürümeye çalışıyordu. Tepedeyken bir ırmak görmüştü, oraya kadar bir varabilse, kana kana bir içse buz gibi suyu, üç mevsim daha yürürdü Ahmet.


Irmağa yaklaştığında ayakları vücudunu taşıyamıyordu. Dizlerinin üstünde sürünerek geldi suyun kenarına. Avuç avuç içti. Başını sokup ırmağın serin suyuna. Avuçlarını bir kez daha daldırdı. Bir de kafasını kaldırdı ki ne görsün? Güneş işte orada, tam karşısında, ırmağın içinde bir mücevher gibi parlıyor ve öylece durmuştu işte. Sevinçle havaya zıpladı, elini koynuna attı, mektubu çıkarıp salladı, suya attı kendini, güneşe gidiyordu.


Uşağın gidişinden beri beş mevsim dönmüştü ülkede. Dört bir yanda düğün hazırlıkları yapılıyor, tellallar prensesin düğününe bütün halkın davetli olduğunu haber veriyorlardı. Prenses sonunda sevebileceği bir adam bulmuştu. Padişah kızının mutluluğunu gördükçe daha bir seviniyor, kısmetleri birbirine bağlamak…Hani, nerede?
Padişah çok sevmişti damadını. Uşak değildi her şeyden önce, hele zenci hiç değildi. Hem onda yıllardır tanıdığı birisinin kokusu vardı sanki. Üstelik bu padişah her kimse, çok zengin biri olmalıydı. Prenses’e hediye ettiği her mücevher, o zamana kadar verilenlerin hepsine bedeldi çünkü. Nihayet günü geldi, muhteşem bir düğün yapıldı ülkede.


Düğünün üçüncü gününün akşamıydı. Padişah ve yeni evliler akşam yemeğinde birlikteydiler. Padişah’ın hemen yanında damadı ve tahtının vârisi, karşısında karısı, onun yanında sevgili kızı… Mutluluk buydu işte!


Bir yandan sohbet edip gülüşüyorlar, bir yandan yemeklerini yiyorlardı. Genç damat kılıç kullanmayı nasıl öğrendiğini anlatıyor, av maceralarından bahsediyor, masadakileri kahkahaya boğuyordu. Bir ara eline bir bıçak aldı, ilk kılıç kullanmaya başladığı zamanlardaki acemiliklerini anlatıyordu. Elinden düşürdüğü bıçağı almak için eğildiğinde padişahın kendisine baktığını fark etti. Prenses kahkahalar atıyordu. Birden doğrulup açılan belini kapattı. Ama belindeki siyahlık gözünden kaçmamıştı Padişah’ın.


O gece yine uyuyamadı Padişah. Kendisi gibi bembeyaz bir adamdı damadı, ama beli bir zencininkinden farksızdı. Ahmet’i hatırlamaya çalıştı, yüzünü, konuşmasını, gülüşünü… Benziyorlar mıydı, böyle bir şey olabilir miydi? Olmazdı tabii. Hem o kadar da benzemiyordu. Ama genç adam neden telaşla belini kapatmıştı?


Yatağına tekrar uzandı, gözlerini tavana dikti. Kısmetleri birbirine bağlayan ihtiyarın yüzünü gördü. Gülüyordu. Çıldırdığını düşündü bir an. Gözlerini kapatıp, tekrar açtı, ihtiyar yoktu. Derin bir nefes aldı, hele bir sabah olsun, dedi, bunu anlamanın bir yolu bulunur elbet.

Günün ilk ışıkları sarayın camlarına vurduğunda, prenses ve kocası çoktan bahçede gezmeye çıkmışlardı bile. Pencereden onları gören padişahın aklına bir plân geldi. Aceleyle üstünü giyindi, bahçeye çıktı. Onlara iyice yaklaştı, birini çağırır gibi arkadan seslendi:

- Ahmet!

Genç adam birden irkilerek dönüp padişaha baktı. Göz göze geldiler. Delikanlı gözlerini kaçırmaya çalışıyordu ama nafile. Çaresiz padişahın yanına gelip durdu, başından geçenleri anlatmaya başladı.

Güneşi bir ırmağın içinde bulmuştu. Mektubu vermek için suya daldığında içleri mücevher dolu, açık kapaklarından ışıltılar şaçan onlarca sandık görmüştü. Sudan çıktığında, kuşağının sımsıkı sardığı beli hariç, bütün vücudu bembeyazdı. Sandıkları bir bir ırmağın kenarına taşımış, oturup en son sandıktan çıkan mektubu okumuştu. Sonrası, sonrasını biliyorlardı zaten. Padişah hayretle doğruldu oturduğu yerden;

- Mektup, dedi, o mektup nerede şimdi?

- Hiç yanımdan ayırmadım ki, diye cevapladı genç adam koynundan çıkardığı mektubu padişaha uzatarak.

Padişah aceleyle mektubu açtı, okumaya başladı:

“Güneşe yazı yazılmaz, yazılan yazı bozulmaz! ”

Arkasına döndü delikanlı, Uğur abi iki çay daha...

Yüzünü masaya döndüğünde ihtiyar adam gitmişti. Çaylar geldi.

-Abi, dedi, delikanlı şu ihtiyar nereye kayboldu böyle?

-Ne ihtiyarı dedi, çaycı, hangi ihtiyar? Bu kız senin aklını almış Ahmedim, dünyaya dön dünyaya! İki saattir yalnız oturuyorsun bu masada...

Serdar TUNCER - Satır Arası Hikâyeler

en çok paylaşmak istediğim hikayelerden birisiydi,ben seviyorum bu tarz şeyleri:) sevgiyle kalın

6 Mayıs 2009 Çarşamba

örgü kolye

sabah işten geldim biraz dinlenip kendime geldim ve bilgisayarımda gezinirken bu kolyemi gördüm,
daha öncede paylaşmıştım ama bu kez picasa da farklı açıyla düzenledim
bu hali hoşuma gitti ve blogumdada sizlerle paylaşmak istedim




çok önceden yapıp resimlediğim için yapım aşamasını resimleyemedim malum o zamanlar toydum...
nerdeeeee anlatarak takı yapmak falan:)


resime dikkatli bakarsanız aslında çok kolay oldugunu fark edersiniz

iki farklı renkte ip,yine ipe uygun boncuklar tabi tam terside olabilir,
iki farklı renkte boncuk,uygun renkte ipler gibi...

kolyenin bir tarafını
oya yapımında kullanılan halkaların etrafını iple gidiyoruz,
diğer tarafınada boncukları diziyoruz,
kolyemiz hazır,
bu arada elimden geldiğince sizlerle yeni şeyler paylaşmak istiyorum ama daha öncede belirttiğim gibi,işten fırsat bulduğum zamanlarda tabiiii

kendinize iyi davranın sevgiyle kalın

3 Mayıs 2009 Pazar

kıssadan hisse....




herkeslere merhaba sevgili blog dostlarım,,,

internette gezinirken bu kısa hikayeyi buldum ve sizlerlede paylaşmak istedim:)

bu arada eskisi gibi bloglarımla ilgilenemiyorum,işe başladım,malum bundan sonra bloglarıma biraz daha az vakit ayırıcam,

bunun üzgünlüğünü yaşıyorum:( artık bir müddet böyle idare edicez

neyse gelelim hikayemize;


Hindistan da cok unlu bir ressam varmis...
Herkes bu ressamin yaptilarini kusursuz kabul edecek
kadar begenirmis...

Ve onu "Renklerin Ustasi" anlamina gelen Ranga
Celeri olarak tanisa da;kisaca Ranga Guru derlermis...

Onun yetistirdigi bir ressam olan Racici ise artik
egitimini tamamlamis ve
son resmini yaparak Ranga Guru'ya goturmus ve ondan
resmini degerlendirmesini istemis...

Ranga Guru ise;

- Sen artik ressam sayilirsiin Racaci.. Artik senin
resmini halk degerlendirecek.

diyerek resmi sehrin en kalabalik meydanina
goturmesini ve en gorunen yerine koymasini istemis.

Yanina da kirmizi bir kalem koyarak halktan
begenmedikleri yerlere carpi
koymalarini rica eden bir yazi birakmasini istemis.
Racici denileni yapmis
Ve birkac gun sonra resme bakmaya gittiginde gormus
ki, tum resim carpilar icinde ve neredeyse gorunmuyor... Cok uzulmus
tabii.Emegini ve yuregini koyarak yaptgi tablo kirmizidan bir duvar sanki..

Alip resmi goturmus Ranga Guru'ya ve ne kadar uzgun
oldugunu belirtmis.

Ranga Guru uzulmemesini ve yeniden resme devam
etmesini onermis.

Racici yeniden yapmis resmi ve gene Ranga Guru'ya
goturmus.

Tekrar sehrin en kalabalik meydanina birakmasini
istemis Ranga Guru...

Ama bu defa yanina bir palet dolusu cesitli
renklerde yagli boya, birkac
firca ile birlikte...

Ve yanina insanlardan begenmedikleri yerleri
duzeltmesini rica eden bir yazi
ile birlikte birakmasini istemis.

Racici denileni yapmis...

Birkac gun sonra gittigi meydanda gormus ki resmine
hic dokunulmamis,
fircalar da, boyalar da kullanilmamis..

Cok sevinmis ve kosarak Ranga Guru'ya gitmis ve
resme dokunulmadigini
anlatmis..

Ranga Guru ise;

Sevgili Racici, sen birinci konumda insanlara firsat
verildiginde ne kadar acimasiz bir elestiri saganagi ile
karsilasilabilecegini gordun...

Hayatinda resim yapmamis insanlar dahi gelip senin
resmini karaladi..

Oysa ikinci konumda onlardan
hatalarini duzeltmelerini istedin, yapici olmalarini istedin...

Yapici olmak egitim gerektirir... Hic kimse bilmedigi bir konuyu duzeltmeye
kalkmadi, cesaret edemedi...

Sevgili Racici Mesleginde usta olman yetmez, bilge de olmalisin...

Emegininin karsiligini, ne yaptigindan haberi
olmayan insanlardan alamazsin...

Onlara gore senin emeginin hic bir degeri yoktur...

Sakin emegini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle
tartisma... demis...

28 Nisan 2009 Salı

örgü küpeler....

herkese merhaba...

uzun zamandır hüliçarşıda yaptığım yeni bişeyi yayınlayamamıştım
kısmet bu güneymiş
aslına bakarsanız bu gün canım çok sıkkın,
ne yapsam ne yapsam diye sabahtan beri kendimi avutmaya,kafamı dağıtmya çalışıyorum
boncuk kutumu elime alınca biraz dağılıyor ama şuda bir gerçekki
sen ne yaparsan yap,nereye gidersen ha demekle stres atılmıyor:(
her neyse sizlerinde içini karartmayım:)

gelelim küpelerime...




bu küpeleri daha önce örmüş ama bir tekini fotograf çekerken kaybetmiştim(belki 1 ay olmuştur)
boncuk kutumu ne zaman açsam bir teki karşıma çıkıp sanki öteki eşini arar gibi gözümün içine bakıp duruyordu:) umudumu kesip yenisini örmeye çalıştım ama aynı ölçüde olmadı neyseki bugün salonda buldum nasıl sevindim anlatamam
aldığım gibi kutumun içine getirip attım:)

bu küpeleri 2 li trabzan denilen yöntemle ördüm özellikle resimledim,anlaşılmayan
yer olursa yardımcı olurum,
boncukları zevkinize göre seçersiniz,telin rengindede özgürsünüz daha ne olsun:)
sevgiyle kalın....

27 Nisan 2009 Pazartesi

mim-len-dimmmmm.....

sevgili dolunaycım beni mimlemiş,




1. Yıl sonunda zengin olmak koşulu ile bir yıl boyunca her gece kabus görmek ister miydiniz?

yıl sonuna kadar yaşayacağım şüpheli,belki 1 ay sonra ölücem dolayısıyla ben açlıktan öleceğimi bilsemde huzurmdan vaz geçmem:)

2. Kör olma ve sağır olmak arasında nasıl bir seçim yapardınız?

rabbim her ikisinin zorluğunu çekenlere yardımcı olsun eminimki çok zordur her ikiside ama ben sağır olmayı seçerdim.etrafında olup bitenleri görmemek daha da zor olur diye düşünüyorum


3. Öleceğiniz anı bilmek ister miydiniz?


bilmek istemezdim,zaten bilsem korkudan o an ölürdüm heralde


4. Bu gecenin son geceniz olacağını öğrenseniz, birine söylemediklerinizden dolayı üzülür müydünüz?

annem ve kuzuma söyleyemediğim için çok üzlürdüm,

5. Eviniz yanıyor, aileniz ve siz kurtuldunuz. Son bir kez daha eve girme şansınız olsa, neyi kurtarırdınız?

annem ve kuzum yanımda ya daha ne isterim,yansın yıkılsın dünya kimin umrunda:)

bende bu mimi;

orguknıt'e

krizantem'e

jeliboncuğa

dilevser'e

gece'ye

bi yaşıma daha girdim e

elbistanlıya

selma ablama paslıyorum (liste biraz kabarık oldu sanırım:))) )

24 Nisan 2009 Cuma

yeni bir blog,yeni bir başlangıç..


herkeslere merhaba
bugüne kadar hobilerimi paylaştım sizinle,amatörce yaptığım küpeleri,kolyeleri,kutuları,boncukları vs...önceleri yaptıklarımı sizlerle paylaşmak istedim,kendimi geliştirmek yeni şeyler yapmak adına olumlu olumsuz yorumlarınızı bekledim,yorumlarıyla bana yön veren beni heveslendiren,yalnız bırakmayan herkese ve tüm blog dostlarıma teşekkür ederim...sonra benimde bir faydam olurmu ümidiyle yaptıklarımı basite indirgeyerek anlatmaya başladım,dilimin döndüğünce gücümün yettğince anlattım,anlatacağımda...
bu sefer kendi ilgi alanımın yanı sıra mesleğim olan çiçekler var karşınızda...
evinizde bahçenizde yetiştirmek istediğiniz bitkileri tanımanızı ve nasıl yetştirildiklerini anlatmak istedim yeni blogumda,henüz herşey çok yeni,devam edip etmemekte kararsızım,sizlerden gelen tepkilere göre ilerlemek istiyorum,evlerimizde,balkonlarımızda yada çevremizde yeşile dair mutlaka bir iz vardır bu izin peşinden gitmek isterseniz hep beraber yürüyelim,buyrun yeşil evime gidelim...

yorumlarınız benim için çok önemli,konu hakkında mutlaka görüşlerinizi belirtin...

sevgiyle kalın

21 Nisan 2009 Salı

kristal kolyelerin şemalı anlatımı......


resmi tekrar koydumki ne yaptığımızı bilelim:)
sevgili krizantemcim,gönül rahatlığı ile yüzüğünü yap arkadaşım,
sevgili eylülbahçesi ve tüm blog takipçilerim umarım anlatım işe yarar...

AMAÇ : resimdeki kolyeyi yapmak

MALZEMLERİMİZ: istenilen renkte (2 farklı renk olsun mümkünse) kristal boncuk
misina yada tel(sağlamlık açısından tercihim misinadır)
8 adet yuvarlak boncuk(ortası için..)

1.ADIM : şemadaki gibi 8 boncuk misinaya dizilir...


2.ADIM :ilk seferde misinaya 3 kristal boncuk dizilir ve ilk üçgen yapılr diğer seferlerde misinaya 2 şer boncuk dizilip,yuvarlak boncuktan geçirilerek,bu işlem sonuna kadar devam edilir.


3.ADIM: boncuk dizimi tamamlanınca kolye ucumuz şemadaki gibi bitmiş olacaktır
isteğe göre etrafı 1 sıra daha boncukla dolanabilirsiniz



umarım anlatım işe yaramıştır,faydalı oldugunu ümit ediyorum:) şimdiden herkese kolay gelsin sevgiyle kalın...

20 Nisan 2009 Pazartesi

...birde kolyem olsun


merhaba blog dostlarım....
bu sefer eskilerden,bir el emeği göz nuru kolyemi paylaşmak istedim,boncuklarla ilk uğraşmaya başladığım zamanlarda yaptım,üzerinde buram buram acemilik vardır;

ilk örgü kolyem,

acemi fotograflarımdan biri,

ayrıca yaptığım ilk kolyedir kendisi,

alttaki minik yeşillide deneme amaçlı yaptığım kolyeciktir (belki o orda ne geziyor diye merak edenler olur)

şimdilerde olduğu gibi eskidende biraz tembelliğe kaçar,sadece küpe yapardım:) napıyım sabırsız bi yapım var hemen bitsin ne yapmışım hemencecik göreyim istiyorum:p
her neyse dostlarım,kolajladım çünkü yapımını anlatacaktım,internetten aradım taradım kolyemin şeklinde bi kaçtane şema buldum,ama onlarıda sevgili picasam kabul etmedi (herşeye rağmen seviyorum picasayı,hızır gibi o olmasa hüliçarşım ne olurdu bilmiyorum,düşünemiyorum:( ) ama merak eden arkadaşlarım olursa her türlü zoru göze alıp o şemaları bloguma eklerim evelallah,
şimdilik benden bu kadar sevgiyle kalın...

15 Nisan 2009 Çarşamba

greenocean


herkese merhaba,
yapımını şimdi tamamladığım tel küpelerimi paylaşmak istedim,bu biraz aceleye geldi,ne yapsam ne yapsam diye düşünürken bunlar çıktı, yapımını resimleyemedim ama merak eden arkadaşlar olursa seve seve yardımcı olurum.
sevgiyle kalın:)


not:ayarlardaki problemim yüzünden tekrar yayınlamak zorunda kaldım bu kayıda yorum yapan arkadaşlarımdan özür diliyorum ve tekrar yorumlarını bekliyorum problem çözülmüştür.

10 Nisan 2009 Cuma

nazar değmesin


herkese merhaba...
takı yapmaya uzun zaman önce başladım ama hiç yüzük denemem olmamıştı,tellerin büyülü dünyasında gezinirken birde baktım elimde pense ve tel yüzük yapıyorum:)
aslına bakarsanız çok abartılacak kadar güzel bişey değil ama,ilk denemem olduğu için paylaşmak istedim,
yaklaşık 1 ay önce yaptım bu yüzüğü,en acemi zamanlarımda,o yüzden aşamaları resimleyemedim,ama tekrar böyle güzel bi boncuk bulup yaparsam resimleyip paylaşırım.
bu boncuğuda öğrencilik yıllarımda sivastan bi arkadaşıma kolye yapmak için almıştık,böylece değerlenmiş oldu(hemde öğrencilik yıllarını hatırlamış olduk:) )bakalım sizlerde beğenecekmisiniz
tekrar görüşene kadar hoşçakalın
sevgiyle kalın....

7 Nisan 2009 Salı

......




herkeslere merhaba....
aslında bugün önce bu küpelerimi yayınlıcaktım ama ödülüm olunca önceliği ona verdim..sonrada dayanamadım hadi yapmışken bunuda bugün yayınlayım dedim:)
bu küpemi gördüğünüz gibi her aşamasıyla fotografladım, sırasıyla yerleştirmeye çalıştım,merak eden ve yapmak isteyen arkadaşlar içinde kolay olacaktır diye düşündüm...kullandığımız malzemeler listesine bi göz atacak olursak

*18 adet kristal boncuk(ben 2 farklı tonda mavi kullandım)

*0,80 ve 0,30luk tel

*2 adet küpe aparatı

*2 adet 0,60 kalınlığında çivi

yapılışına gelince;
öncelikle 16 adet kristal boncuğumuzu 0.30luk telimize geçiriyoruz,
0.80lik kalın telimizden 9cm kesiyoruz ve 5.resimdeki gibi telimize şeklini veriyoruz,küpe aparatını takacağımız yeri takı pensemizle kıvırdıktan sonra,ince telimizi(0,30luk) kalın telimizin etrafına sarmaya başlıyoruz,yaklaşık 0,50mm sarıp bir boncuk koyuyouz bu işlemi sonuna kadar devam ettirip ince telimizi açılmaması için sabitliyoruz,
küpe aparatını yerine takıyoruz,çivimizin birine kalan 2 adet kristal boncuğumuzun birini takıp küpenin alt ucuna ekliyoruz ve küpemiz bitmiş oluyor diğer tekinide bu şekile tamamladıktan sonra yeni küpelerimiz hazır...


dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım,umarım yardımcı olduğum birileri vardır anlaşılmayan yerler olursa gönül rahatlığıyla sorabilirsiniz,şimdilik benden bu kadar,bu arada yine küpeme bi ad bulamadım sağlık olsun buda adsız kalsın bakalım

sevgiyle kalın...

blogumun ilk ödülü:))

Pelinden aldığım bu ödül blogumun ilk ödülü,pelincim çok teşekkür ederim arkadaşım...


ödülün bazı kuralları var:))

1-ödülü veren kişinin linkini yayınlamak.

2-ödülü verdiğin kişilere mutlaka haber vermek

3-bu ödülü verdiğin kişilerin linkini vermek.

ve ben ödülü;

selma ablama

boncuk hanımın atölyesine

mualla ablaya

bi yaşıma daha girdim e

eylül bahçesine

ve

sercen e veriyorum

hayırlı uğurlu olsun....

herkese sevgiler arkadaşlar:)))

3 Nisan 2009 Cuma

blog kolajım


herkeslere merhaba,bugün çok hastayım, ortada salgın var aman dikkat arkadaşlar, sabahtan beri yataktan hiç çıkmadım,sağolsun sevgili annecim biran olsun beni yalnız bırakmadı,aslında bu kolajı dün gece yapmıştım ama hasta olduğum için yayınlama fırsatım olmadı,birazcık gözüm açılınca soluğu blogumda aldım hemen yayınlamak istedim,bu kolaj çalışması picasa 3'ün bi özelliği,dün keşfettim,yaptıklarımın bi kısmını hemen kolajladım ve paylaşmak istedim çok güzel görünüyorlar hoşuma gitti valla,en kısa zamanda diğer takılarımıda bu şekilde düzenleyip paylaşıcam...
sevgiyle kalın...ve hasta olmayın:))

1 Nisan 2009 Çarşamba

yeşillenirim....


merhabalar....
benliğimize geri dönelim ve yeni bir küpe modeliyle blogumuzu şenlendirelim:)
model aynı ama belki takı işine yeni başlayan arkadaşlar vardır aramızda, belki yapılışını merak edenler olabilir diye resimlerle gücümün yettiği, dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım...
resimlere numara vermeyi unutmuşum ama sıradan takip edilerekde yapılabilir:)))
malzemelerimiz;

*cam kum boncuklar(miniklerin biraz büyüğü)
*0.30luk tel(istenilen renkte)
*ve halka küpe(evdekileride değerlendirebilirsiniz)

yapılışına gelince tele boncukları dizdikten sonra halka küpe etrafında telimizi sarıyoruz yani extradan bi meziyet yok gerisi sizin zevkinize kalmış,tabi dahada kokoş olsun istiyorsanız farklı küpe aparatlarıyla kombine edebilirsiniz,ben sade olması için boncuklardan ufak bi sallantı yaptım...
sevgilyle kalın...

31 Mart 2009 Salı

sağlık olsun...



herkese merhaba,
bugün birazda sağlık olsun dedim ve okuduğum bi yazıyı blogumda sizlerle paylaşmak istedim... :)

''Bahar yorgunluğundan etkilenmemek için bu tavsiyelere mutlaka kulak verin….
Türkiye, baharın en güzel yaşandığı ülkelerden… Ancak bahar sağlık risklerini de beraberinde getiriyor. Risklerden kurtulma yolları bu dizide…
Kendinizi hiç neden yokken mutsuz, keyifsiz, halsiz hissediyor ve kolunuzu kaldıracak dermanınız olmadığını düşünüyorsanız; bahar yorgunluğundan etkilenmiş olmanız kaçılınılmaz. Bahar yorgunluğu, özellikle bahar mevsiminin başladığı günlerde birçok kişide görülebilen genel bir bitkinlik, güçsüzlük, enerji noksanlığı, isteksizlik, vücutta karıncalanma gibi belirtilerle seyreden bir rhatsızlık halidir.
HAREKETLİ OLUN
Çamlıca Medicana Hastanesi doktorlarından Ayşe Çakmakçı, “Hava ve mevsim değişikliğinin insan bünyesini olumsuz etkilediğini, baharda havada bulunan pozitif ve negatif elektrik yüklü iyonlar aracılığıyla elektrik yükünün artığını” belirtiyor. Beslenme alışkanlığı bozuklukları, bahar yorgunluğunu tetikleyen önemli nedenlerden biri sayılıyor. Besinlerle yeterli vitamin ve mineral alınmaması, biraz daha tembel yaşam biçimi, hareketsizlik de sebepleri arasında yer alıyor…
SİGARA TETİKLİYOR
Ayrıca tiroid bezi bozuklukları yorgunluk belirtilerinin daha fazla hissedilmesine neden oluyor. Hafıza zayıflaması, uyku eğilimi, kas ağrıları gibi şikayetleri hasta daha yoğun hissediyor. Enfeksiyonlar yorgunluk belirtilerinin artmasına neden oluyor. Tansiyon, kalp, alerji, nezle, kafein, fazla sigara, alkol ve madde alışkanlıkları tetikliyor. Bahar yorgunluğu bir kent hastalığı sayılırken, çalışan insanlarda daha sık rastlanıyor. Hava kirlilği, sanayi atıkları, trafik yoğunluğu gibi etkenler mevsimsel değişikliğin üzerine eklenerek şehirde yaşayan insanlarda daha çok hissedilmesine sebep oluyor. Hastalık genellikle bir hafta civarında sürer. Eğer kişinin bulguları ve yorgunluğunun süresi üç ya da dört haftayı geçiyorsa bu duruma uzamış yorgunluk denilir.
STRESTEN UZAK DURUN
Bahar yorgunluğu yaşayan kişilerin bu durumu engellemeleri için öncelikle tetikleyici hastalıkları tespit etmeleri gerekir. Hasta B, C vitamini, magnezyum, çinko desteğinden faydalanmalı, gevşeme hareketleri yapmalıdır. Ayrıca meyve, sebze, ağırlıklı beslenmeli günde 3 litre su içmelidir. Hayatlarından stresi, sigarayı, alkol ve kafeini de uzak tutmalıdırlar. Hasta doktor kontrolünde ise ilaç kullanımından da faydalanılabiliyor.
3 çeşidi var
Üç çeşit yorgunluk var. Kronik yorgunluk, bahar yorgunluğu, bir de sürekli mutsuzluğun verdiği depresif yorgunluk hali… Kronik yorgunluk, aylarca süren, sürekli mutsuzluk, isteksizlik, iştahsızlık, kas, eklem, sırt ağrıları, hayattan zevk alamama hali olarak gözlenir. Bunların somut bir nedeni yoktur. Tetkikler normal çıkar ama hasta kendinde bu sayılanların hepsini hisseder. Depresif yorgunluk ise daha çok psikiyatrik durumlarla ortaya çıkar. işi psikolojik sorunlar içinde büyük mutsuzluklar yaşıyorsa, beraberinde yorgunluk da ortaya çıkıyor. Belirtileri kas, omur, sırt ağrıları, konstrasyon bozukluğu, neşesizlik, aşırı sinirlilik, hafıza zayıflaması, uyku bozukluğu, uyku ritmi bozukluğu (uykuya dalma güçlüğü, aşırı uyuklama gibi) baş ağrıları, stres ve ruhsal gerğinliğe bağlı olarak bağırsak (kabızlık, ishal) ve mide rahatsızlıkları (ülser tekrarlanması gibi) sık görülür.''

Takvim
Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=64449&cat=220&dt=2008/03/31

30 Mart 2009 Pazartesi

blogumun son hali için teşekkürü bir borç bilirim...


merhabalar....
bu sefer yeni bir kayıtla değil teşekkür yazısıyla karşınızdayım...
sevgili orguknıt(http://orguknit.blogspot.com/) arkadaşımızı bilenler vardır mutlaka aranızda blogunda çok güzel bi çalışmaya imza atmış bulunmakta,yeni blogları gezip tanıtıyor(ki merakla hepsini yakından takip ettim) ve yeni emekleri tanımamıza aracı oluyor,ki yolculuğunun 3. bölümünde benim blogumada yer vermiş ve gecikmişte olsam fazlasıyla teşekkürü hak etmiştir çok teşekkür ederim orguknıtcım...

bu yolculuklardan birinde sevgili kiana (http://kiana.blogcu.com/) arkadaşımızın bloguna yer vermiş,bende bu yolculukta keşfettim ve blogunda özellikle blogcu için çeşitli şablon modelleri sergilemektedir.ilginen arkadaşlar için birbirinden farklı seçenekleri bir arada sunuyor...
Blogumun son halinde çok emek sarfetmiştir çok teşekkür ederim kiana...

29 Mart 2009 Pazar

neye niyet neye kısmet.... :)


herkeslere merhaba...
eskisi kadar bloguma sık sık kayıt ekleyemesemde,gönlümden geçip elimden geldiği kadar(selma ablamın sloganı:))gayret gösteriyorum.bu küpelerimin bi benzerini yabancı bi sitede gördüm çok beğendim(emeğe saygım var amacım denemekti:))denedim ve aklıma boncuk sayısını arttırmak gibi dahiyane bi fikir geldi,hemen yaptım adındanda anlaşıldığı gibi neye niyet neye kısmet oldu...
bu arada beni yalnız bırakmayıp blogumu takip eden herkese sonsuz şükranlarımı sunarım...yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkürler...sevgiyle kalın...

26 Mart 2009 Perşembe

whitegen


herkese merhaba...
yaklaşık 1 haftadır doğru düzgün blogumla ilgilenemedim:(akşam oturdum ve blogum için bu küpeleri yaptım küpelerime o kadar düşünmeme rağmen bi ad bulamamıştım,adsız kalmıştı:) biter bitmezde yayınlamak istedim,ve yayınladım, yayınlandıktan sonra nişanlım whitegen adını uygun bulmuş,bende hemen yeni adını ekledim,bakalım bu halini beğenecekminiz?yorumlarınızı bekliyorum...sevgiyle kalın....

20 Mart 2009 Cuma

Tel Küpe Yapımı



mustafa (C)

incili küpeler...

buda yeni yaptığım küpelerden biri... tellerle yaptım

18 Mart 2009 Çarşamba

greenglad

öncelikle herkese merhaba... ilk zamanlar blog konusunda oldukça acemiydim ama her geçen gün bu acemiliği üzerimden atıyorum,yaptıgım her farklı şeyde,kendimi bir adım daha ilerlemiş hissediyorum,bu konuda blogumu takip eden herkesten  tek ricam eksiklerimi dile getirmeniz... ancak bu şekilde ilerleyeceğime inanıyorum.Gelelim bu küpeme,kendisini bi kaç gün önce tamamlamış olmama rağmen bi türlü istediğim resimleri çekemedim,sevgili blog arkadaşım ayçaya burdan tekrar teşekkür ediyorum blogunda gerçekten çok güzel konulara değiniyor(benim gibi resim konusunda acemi arkadaşlarımın mutlaka ziyaret etmesini tavsiye ediyorum http://aycanindukkani.blogspot.com/search?updated-max=2009-01-08T10:36:00%2B02:00&max-results=1 kendisi fotograf hakkında eğitici ve öğretici dersler vermektedir) küpem hakında yorumlarınızı bekliyorum unutmayın... bu arada istediğiniz küpelere pasaj.com adresinden pasajımı ziyaret ederek sahip olabilirsiniz.

15 Mart 2009 Pazar

efly küpelerim

herkese iyi hafta sonları diliyorum,sıcağı sıcağına yaptığım tel çalışmamı paylaşmak istedim yorumlarınızı bekliyorum

halka küpeler...

öncelikle herkese merhaba, son zamanlarda bu küpe mevzusuna fena takıldım, bulduğum her fırsatta küpe yapar oldum heleki tellerle yeni bişeyler ortaya çıkarmak dahada sürükleyici oluyor:) bu yeni versiyon küpelerimi bakalım beğenecekmisiniz yorumlarınızı bekliyorum...

12 Mart 2009 Perşembe

halka küpelerin mor hali...

bir mor sever olarak,benimde katkım olsun istedim:)
sevgili pelin arkadaşımın yaptığı küpeler çok hoşuma gidiyor blogunda yaptığı küpeleri(ki tellerle kafayı bozdum son zamanlarda)yapabilirmiyim diye denedim oldu umarım beğenirsiniz:)nede olsa MOR,,,

VE BİR ŞİİRDİ YOKLUĞUNNN

Durup dururken icimde bir şeyler kopup tıkıyor bogazımı,
Durup dururken sıcrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı,
Durup dururken ruya goruyorum bir otelde, holde, ayakta,
Durup dururken carpiyor alnıma kaldirımdaki ağaç,
Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız , ofkeli , aç,
Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahcede,
salıncakta,
Durup dururken mezardaki halim geciyor aklimdan,
Durup dururken kafamda bir guneşli duman,
Durup dururken hic bitmeyecekmiş gibi baglanıyorum
başladığım güne,
Ve her seferinde sen cikiyorsun suyun yüzüne...

(NAZIM HİKMET...)

11 Mart 2009 Çarşamba

tel küpelerim

hazır fotografları çekmişken koymak istedim,bunlarda tel küpe tarımlarım
güzel oldularmı bilmiyorum ama şimdiden arkadaşlarım istemeye başladı :)

toz pembe...

uzun bi aradan sonra herkeslere merhaba desem, yalan olmaz heralde blog konusunda acemiliğimi henüz üzerimden atamadım,yaptıklarımı paylaşamak için can atıyorum ama nedense bi türlü fırsat bulamıyorum,ya bi iş çıkıyor pc başına oturamıyorum yada keyifsiz oluyorum hiç bişey umrumda olmuyor:))umrumda olsa bile saolsun sevgili fotograf makinaları müsade etmiyor, günlerdir yaptığım şeyleri bloguma koymak istiyorum ama sonuç malumm.efendim! blog konusunda malum yeniyim fakat takı yapma konusunda kendimi birazda olsa tecrübeli görüyorum yaptığım şeyleride kendimce beğeniyorum tabi sadece benim beğenmemle olmaz ama sizlerinde yorumlarını bekliyorum...
gelelim bu şirin küpelerime,yukardada bahsettiğim gibi kendimi azda olsa takı konusunda iyi buluyorum lakin bu tel olayını hiç anlamamıştım saolsun pelin arkadaşım(ki bu konuda çok yardımcı olmuş hatta blogunda sırf anlayabilmem için,resimli anlatmıştır bu konuyu) olaya açıklık getirdi ve anlattı artık bu konuda azda olsa bişeyler biliyorum...

0.80lik ve 0.30luk teller kullanarak yaptım umarım beğenirsiniz yorumlarınızı bekliyorum

8 Mart 2009 Pazar

pembiş eteğimizzz :)

bu tatlı pembe etekte annemden:) geçenlerde yapmıştı bende paylaşmak istedim hem çok şık,hemde çok şeker...